Şubat
1909 İtalyasın’ da, Marinetti, “Figaro”
gazetesinde Fütürizm’in Manifestosu’nu yayınlar. Fütürizm, şiirin tarihi
gelişimi içerisinde ilan edilmiş en önemli başkaldırılardan biridir. Ancak bu, salt “sanatsal” bir başkaldırı
mıdır? Marinetti ve yol arkadaşları sadece sanatsal kaygılardan dolayı mı böyle
bir manifestoyu ilan etti?
“Müzeleri, kitaplıkları ve her türlü akademiyi yıkmak ve
ahlakçılığa, feminizme ve belli çıkarlar ve amaçlardan kaynaklanan korkaklığa
karşı savaş açmak istiyoruz.” Çalışan, eğlenen ve ayaklananlara neden olan
büyük insan kitlelerini yüceltmek istiyoruz; çağdaş başkentlerdeki renkli ve
çok sesli devrimci akımları yüceltmek istiyoruz; göz kamaştıran elektrikli
aylar tarafından aydınlatılan silah depolarını ve tersanelerini, dumanlı yılanlara
benzer trenleri yutan istasyonları; göğe yükselen dumanlarıyla bulutlara asılı
duran fabrikaları, dev aletleri gibi nehirlerin iki yakasını birleştiren ve
güneş ışığında bıçak gibi parlayan köprüleri, göğü inleten ve serüvenler peşinde
koşan vapurları, raylarda, borularla çevrelenmiş dev çelik beygirler gibi
koşmakta olan geniş göğüslü lokomotifleri ve rüzgarda bir bayrak gibi sallanan
ve coşkulu bir topluluğun alkışını andıran pervanesiyle göklerde kayarcasına uçan
uçakları yüceltmek istiyoruz.”( Fütürizm Manifestosu- Marinetti). Manifestonun sadece bu kısmı en başta sorduğum
sorunun cevabını vermekte yeterlidir. Marinetti ve yol arkadaşlarının kaygısı
sadece sanatsal değildi. Öyle olsaydı var olan ahlakçılağa, akademik değerlere,
müzelere, yani “sistemin” ürettiklerine tepki göstermezlerdi. Bütün bunlar,
açıkça dünyaya hakim olan değer yargılarına karşı yapılmış kökten bir
başkaldırıdır. Bundan sonra bu akımın sanatsal temeli üzerinde durmakla
beraber, akımı benimseyen şairleri irdeleyeceğim. Amacım fütürizmin salt
sanatsal bir başkaldırı olmadığını daha detaylı bir şekilde göstermek.
Sanat felsefesine göre, sanatta üç teknik vardır: Sanat yaratıcı
bir faaliyettir, sanat bireysel bir faaliyettir, sanat doğanın takdir
edilmesidir. Fütürist şairler bu üç teknikten hangisini tercih etti? Kuşkusuz bu
soruya vereceğim cevap fütürizmin sanatsal temelini oluşturacaktır. Ancak
fütürizmi bu üç teknikten birine yerleştirmek çok zor. Belki de en fazla
doğanın takdir edilmesi uygun düşebilir. Fakat tam anlamıyla bu tekniği
benimsediklerini söylemek de doğru olmaz. Fütürist şairler şiiri metafiziksel,
daha açık bir ifadeyle dinsel kalıpların ya da dogmaların etkisinden sıyırmak
istediler. Rus şair Mayakovski “Şiirin göklerden yere indirilmesi” cümlesiyle bunu
en iyi şekilde ifade etmiştir. Böylece şiiri metafiziksel kalıpların boyunduruğundan
kurtaran genç şairler, edebiyata, “materalizm” gibi gerçekçi bir bakış açısını
getirmiş oldular. Buradan yola çıkılarak fütürizm akımının sanatsal temeli
hakkında rahatlıkla fikir sahibi olunabilir.
Gelenekçiliğe yapılan
“fütürist” başkaldırının bu kadar geniş bir alana ve bu kadar geniş bir zaman
dilimine yayılmasında, Birincin Dünya Savaşı sonrası bir anda patlak veren
“devrim fikrinin” etkili olduğu çok açık. Devrimci gençler, sokakta, dünyanın
düzenini, burjuvanın değer yargılarını lanetlerken; fütürist şairler bunları,
şiirlerinde ifade ediyordu.
Dünyadaki bu var olan
dinamik ve devinimden Türkiyeli bir şair olan Nazım Hikmet Ran’ da oldukça
etkilenmişti. Nazım ilk şiirlerindeki milliyetçi yaklaşımı, İstanbul’dan
uzaklaşıp Kuvayi Milliye’ye katılması ve oradan da Rusya’ya geçerek aldığı
eğitim sonucu ortadan kaldırmıştır. Şair, bir anda dünya edebiyatının kucağına
düşmüş ve coşkun ruhu, dünyayı sarsan bu akımdan etkilenmesinde büyük kolaylık
sağlamıştır. Ve Nazım Hikmet çok sevdiği ülkesine kısa bir süre sonra
döndüğünde artık yeni bir şiir devrinin kapısını açtığının farkındadır:
Toplumcu Gerçekçi Kuşağı. Nazım Hikmet yaptığı şiir devrimiyle, sanatını
kullanarak halkın yanında olduğunu göstermeye çalışacağını ve yine sanatı
aracılığıyla politika yapacağını açıkça belirtmekteydi. Fütürizm fikrindeki dinamik ve devinim olgusunu, kelimeleri, şiirin
genelini rahatsız etmeyecek boyutta yavaşça parçalayarak yansıtmaya
çalışmıştır.
Kuşkusuz Nazım Hikmet büyük bir şairdi ve dünyada kötü giden her şeye rağmen
karamsar olmayan bir insandı. Nazım’ı büyük şair yapan şey neydi ve yılları
hapishanelerde geçmiş olmasına rağmen neden karamsar olmadı? Benim görüşüm,
Nazım’ı tanımanın yolu bu soruya doğru bir şekilde cevap vermekten geçer. Çok
açıktır ki Nazım’ı büyük şair yapan şey onun düşünceleridir. Nazım Hikmet, hem sanat
görüşü hem de politik görüşünün gerekleri doğrultusunda dünyadaki kurulu düzeni
reddetmişti. O, sistemin ürettiği her şeye eleştirel bir bakış açısıyla
yaklaştı. Değiştirilmesi gereken bir dünya var ve Nazım onu değiştirmek için
uğraştı. Karamsar olamazdı. Çünkü yeni bir dünyayı karamsar olan düşünceler
değil, umut dolu düşünceler oluşturabilirdi. Ancak yolunun çok çetin olduğu
açık. Yeniden bir dünya oluşturmak, üstelik aksak giden noktaları olmasına
rağmen, iyi de kurulmuş bir düzeni yıkıp yerine yenisi getirmek oldukça zor bir
iştir. Bütün bu zorlukları yaşadı. Nazım Hikmet’in
yaptığı neredeyse her şey iktidarı, dolayısıyla sistemi rahatsız etmeye
başladı. Ancak Nazım, pes etme niyetinde değildi. Ve öyle de oldu. Ülkesinde
yıllarca hapis yattı, işkence gördü, açlık grevine dahi yattı ancak Nazım bir
kerecik bile olsun vazgeçmedi. Çünkü inanmış bir şairdi. Düşüncelerine ve
sanatına inanmış bir şair.
Adı dünyada en çok duyulan Türkiyeli şair Nazım, şüphesiz ki Türk ve
Dünya Edebiyatı’na çok şey kazandırmıştır. Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin, şairine
karşı tavrı çok manidardır. “Ülkesinde ve
Türkçesinde” kitapları uzun yıllar basılmamış hatta basılanlar
toplatılmıştır. Nazım, adeta Türkiye’de, “hastalıklı vakalar” olarak
adlandırdığım bir takım siyasilerin korkulu rüyası olmuştur. Bir sabah uyandığında kapısını açıp gazetesine almaya giderken,
yeni günün bahşettiği o temiz havayı içine çektikten hemen sonra bu dünyaya
veda eder Nazım. Kalbi artık yorulmuştur. “Rüzgara
karşı yürüyen adam”, şimdi başucunda bir ceviz ağacı ve Puşkin gibi
evrensel aydınlarla birlikte Moskova’da uyumakta. Yazımı “Şili’nin Nazım’ı”
Pablo Neruda’nın şiirinden bir kesitle
sonlandırmak istiyorum:
Niçin öldün Nâzım?
Ne yaparız şimdi biz
şarkılarından yoksun?
Nerde buluruz başka bir pınar ki
orda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Seninki gibi ateşle su karışık
acıyla sevinç dolu,
gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?
Kardeşim,
öyle yeni duygular, düşünceler yarattın ki bende,
denizden esen acı rüzgâr
kapacak olsa bunları
bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir
yaşarken seçtiğin
ve ölümden sonra sana barınak olan
oraya, uzak toprağa düşerler.
Ne yaparız şimdi biz
şarkılarından yoksun?
Nerde buluruz başka bir pınar ki
orda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Seninki gibi ateşle su karışık
acıyla sevinç dolu,
gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?
Kardeşim,
öyle yeni duygular, düşünceler yarattın ki bende,
denizden esen acı rüzgâr
kapacak olsa bunları
bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir
yaşarken seçtiğin
ve ölümden sonra sana barınak olan
oraya, uzak toprağa düşerler.
……………………
EMRE
ÇELEBİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder