Ormanfakültelerinin bir şekilde birleşmeye çalışıp,ortaya çıkardığı 'Yeniden Derki' için yeni güzel fikirlerimiz oldu,neler mi?
*Bu yaz sürecinde bir toplantı alıp artık bizimde edebi dergi günlerimiz toplantılarımız olsun sohbet edelim tartışalım bir nebzede sosyal olalım dediğimiz '5çayıtoplantıları' vari görüşmelerimiz olacaktır.Bu buluşma,sohbet,tartışma ve paylaşma günleri ağustos 15 sonrasında başlar büyük ihtimalle.
*Diğer güzel haberimiz dergi yerine 2 fanzin olsun biri 'kültür-sanat-edebiyat' içersin diğeri de 'toplumsal-politik-güncel'lik içersin dedik.Bunun için bu yaz sürecinde yazdığınız yazılar,şiirler,öyküler vb. metinleri bize gönderiyorsunuz ve toplantılar sürecinde ortak kararlarla fanzinlerde yer alıyor.Yani fanzin yazın grubuna katılın,dostlarınızı da katın diyoruz.
*İlk akşam üzeri buluşmamız için tarihi bir ara yine rahatsız edeceğim.Bu toplantılar için yazmanıza gerek yok fikir yardımcısı olsanız bile sevindirici olur.
*Sohbetle kalın,ilginize teşekkürler.
İletişim: yenidenderki@gmail.com
https://www.facebook.com/groups/310073395761857/352538134848716/?notif_t=group_activity
Yeniden Derki
18 Temmuz 2013 Perşembe
16 Temmuz 2013 Salı
Kentleşme Karşısında Peyzaj Planlama Yaklaşımları- Dr. Gül Aslı AKSU
Kentleşme Karşısında Peyzaj Planlama Yaklaşımları
Gül Aslı AKSU
İnsanların
mekansal olarak yaşadığı en büyük değişimlerden biri kentleşmedir. R. T. T.
Forman kentleşmeyi, insanların ve yapılaşmış alanların, yoğunlaşma ve dışa
doğru yayılma kombinasyonu olarak tanımlamaktadır. Ona göre bu yoğunlaşmada
insan ve yapı birimi yoğunluğu artış gösterir. Forman, tek bir jenerasyonla
kentsel alanlara iki milyar insanın katılacağını kabul etmektedir ve kentleşmeyi,
kısıtlı araziyi hızlı ve güçlü bir şekilde yok etmekte olan bir tsunamiye
benzetmektedir.
Bilhassa büyük
metropollerde ticaret, sanayi, yerleşim, rekreasyon, turizm gibi arazi
kullanımlarının artması ve bu arazi kullanımlarını bağlayan ulaşım ağlarının
gün geçtikçe yaygınlaşması şeklinde kendini gösteren kentleşme, yaşama
ortamlarının bozulmasına, parçalanmasına ve değişime uğramasına sebep
olmaktadır. Bu müdahalelerin neticeleri, bazen doğal kaynakların geri
dönüşümsüz olarak tükenmesine kadar varabilmektedir.
Sarıyer İlçe Sınırları
dahilinde yapılan bir araştırmada, 1997-2010 yılları arasındaki 13 yıllık zaman
diliminde “Orman Alanları ve Doğal Yüzeyler”de %13 azalma; buna karşılık “Yapay
Yüzeyler”de %13 artış tespit edilmiştir. Yeşil alanların içerisinde tek tük
yerleşimlerle, delinmeler şeklinde başlayan ve bu tekil birimlerin birleşerek
büyük “Yapay Yüzeyler” oluşturması şeklinde kendini gösteren bir parçalanma
süreci yaşanmaktadır. Yaşama ortamlarındaki bozulmalar tehlikeli boyutlara
ulaşmıştır. Bu yüzeysel istilaya paralel olarak, yerleşim alanlarını birbirine
bağlayan ulaşım ağlarının, çizgisel yapıdaki parçalayıcı etkisi, canlı
hareketini de sekteye uğratmaktadır.
Kullanıcı
profilinin bu sürece bakış açısı incelendiğinde, doğal yapının bozulmasından
duyulan kaygının yanı sıra, kentleşmenin getirdiği imkanlardan yararlanma
arzusu da küçümsenmeyecek bir boyutta karşımıza çıkmaktadır. Bu ikilem başlıca
iki tane önemli sorun doğurmaktadır.
“Doğal yapının
bozulması” ve “Kimliksizleşme”.
Mekansal ve
ekolojik açıdan bakıldığında bu hızlı kentleşme süreci, doğal yapıyı acımasızca
yutmaktadır. Ancak daha da vahim olan netice, bölgesel ölçekte sürdürülebilir
dayanağı olmaksızın cereyan eden bu sürecin, kimlik değerlerine de zarar
vermesidir.
Sosyolojik
araştırmalara katılan kesimin en çok şikayet ettiği konulardan birisi, insan
profilinin değişmesi olmuştur. İnsan profilinin değişmesi, mahallelilik
kavramını zedelemiştir. Doğallığı, temiz havası ve sükuneti, kısacası yüksek
yaşam kalitesi ve kırsal yaşam tarzına imrenerek, alana sonradan yerleşen
kişiler, alanın kimliğine katkı sağlamamışlar, aksine onu kendi yaşam
koşullarına göre şekillendirmeye çalışarak değiştirmişlerdir. Alışveriş
merkezleri, lüks konut anlayışı, özel işletmelere dayalı rekreasyon
beklentileri gibi alanın asıl kimlik değerleriyle örtüşmeyen yapıları
beraberlerinde getirmişlerdir. Öyle ki, alanı kırsal yaşantısından dolayı
tercih edip, büyümesine sebep oldukları ulaşım ağları ve yerleşim sistemleri
ile “kentselleştirmişlerdir”. Alanın yaşam koşullarına uymaktansa onu kendi
yaşam koşullarına uydurmaya çalışmışlardır. Yerli halk ise ekonomik refah
maskesi ardına gizlenmiş tüketim toplumu algısının sebep olduğu muhalefetler
dolayısıyla birbirinden uzaklaşarak yabancılaşmıştır.
Ancak bu kadar
karamsar bir tablo karşısında bile hayat devam ettikçe yapılabilecek ve daha da
önemlisi yapılması gereken şeyler vardır. Doğal yapıdaki bozulmaların etkisini
azaltmak üzere alınabilecek tebirler şu şekilde sıralanabilir;
• Yapılacak
her türlü planlamada, bütüncül bir yaklaşımın sergilenmesi, bunun için de disiplinler
arası çalışmalarla bölgesel ölçekte peyzajların ele alınması gerekir.
• “Orman
Alanları ve Yarı Doğal Yüzeyler” üzerinde “Yapay Yüzeyler”in oluşturduğu
parçalanma etkisini azaltmak için, yeşil alan koridorları oluşturulmalıdır.
Yeşil dokuları “Yapay Yüzeyler”in içerisine çekecek ve habitat ağlarının
yeniden oluşturulmasına katkı sağlayacak planlamalar devreye sokulmalıdır.
• Yapay
Yüzeyler içerisinde yeşil lekeler şeklinde kalmış olan kamusal yeşil alanlar,
vejetasyon tipleri arasında geçişi sağlayan adım taşları niteliğindedir.
Dolayısıyla bu alanlarla ilgili düzenlemeler yapılırken, bitkilendirmede egzotik
türler yerine, doğal yapıyla uyumlu türlerin tercih edilmesi gerekir.
Bitkilendirmelerde doğal faunaya besin kaynağı teşkil edecek meyve ve tohumlara
sahip türlerin de özellikle seçilmesiyle, faunaya da katkı sağlanmış olunur.
• Hassas
dengelere sahip olduğu için değişimlerden çok kolay etkilenen ancak, kendine
özgü yapısıyla da biyoçeşitliliğe önemli katkı sağlayan vejetasyon tipleri ve
yaşama ortamları tespit edilmeli ve bu alanların korunmasına yönelik
düzenlemelere hassasiyet gösterilmelidir.
• Yeşil
dokuda meydana gelen bozulmaların onarılmasında, ilgili meslek gruplarının
temsilcisi olan, plancıların ve karar vericilerin bilinçli adımlar atması da
son derece önemlidir. Hangi ölçekte olursa olsun, bir planlama kararı
alınırken, doğal yapıda meydana gelmiş olan bozulmayı iyileştirmeye yönelik bir
bilinçle hareket edilmesi gerekir. Konut, iş yeri bahçesi ya da mahalle parkı
ölçeğinde dahi planlamalar yapılırken, bölgesel ölçekteki ihtiyaçlar göz önünde
bulundurulmalıdır. Yeşil alan düzenlemelerinde yapısal dokuyu besleyecek
çözümler yerine, doğal yapıyı teşvik edecek önerilerin getirilmesi gerekir.
• Hangi
ölçekte olursa olsun, Peyzaj Tasarımları’nda, doğala yakın düzenlemelere yer
verilmesi, yine flora ve faunanın peyzaj içindeki dağılımına yardım edecek adım
taşları teşkil edecektir.
• Ana
arterler tarafından bölünmüş olan ekosistemler, yeşil köprülerle ve amfibi
tünelleriyle birbirine bağlanarak hayvan hareketinin sekteye uğraması
önlenmelidir. Doğal yapıya uygun olarak tesis edilmiş yeşil duvarlarla, hem
gürültüye, egzoza ve toza karşı fiziki bir perdeleme yapılabilir hem de ortamın
yeşil dokusuna katkı sağlanabilir.
• Kentleşme
baskısı altındaki alanların en önemli sorunlarından birisi olan, yağış
sularının toprak tarafından tutulamadan yüzeysel akışa geçmesi etkisi, yapay
yüzeyler üzerinde yeşil dokuların oluşturulmasıyla azaltılabilir. Araştırma
Alanı’nda “Yapay Yüzeyler”deki hızlı artışın, mikroklima üzerinde meydana
getirdiği olumsuz etkileri indirgemek ve yukarıda bahsedilen yeşil ağ
sistemlerine katkı sağlamak üzere yeşil çatı tesislerinin de acilen devreye
sokulması gerekmektedir.
Bu çözüm
önerilerinden de anlaşılmaktadır ki parçası olduğumuz çevrenin
sürdürülebilirliğine birçok farklı ölçekte ve farklı şekillerde katkı sağlamak
mümkün. Çevre bilimiyle doğrudan ilgili olan Orman Fakültesi öğretim
görevlileri ve öğrencileri bu anlamda daha da şanslılar. Çünkü bölgesel
ölçekten tasarım detaylarına varıncaya kadar çok geniş bir yelpazede katkı
sağlayabilecek bir donanıma sahipler. Önemli olan, ele alınan alanla hiçbir
açıdan örtüşmeyen sözüm ona çözüm akımlarına kapılmadan, doğru zamanda ve yerde;
gerçekçi, işlevsel, alanın doğası ve kültürüyle uyumlu çözüm önerileri
geliştirmektir. Bu maksatla sürdürülebilir kalkınmayı hedef alan peyzaj
planlama yaklaşımları sergileyebilmektir.
KAYNAK
AKSU, G. A., 2012, Peyzaj Değişimlerinin Analizi: İstanbul,
Sarıyer Örneği. Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü, İstanbul.
FORMAN, R. T. T., 2008, Urban Regions. Ecology and Planning
Beyond the City. Cambridge University Press, UK., ISBN-13: 978-0-521-67076-0
(PB).
Biraz Daha
geçenlerde haziranı yaşadık yine.ne kadar güzeldi ne kadar bitmeyecek gibi.güzeldi güzel olmasına da bir o kadar hüzünlü bir o kadar umutluydu.göz yummak mı dersin işte olay ona geldiğinde sorma gitsin,nasıl olur dersin.ama güzel olacak sonraki haziranlar geçenlerde ki gibi umutlu.
"Ve bizim bir haziranımız
Bir yıl kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış
Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız
Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen
Bir olgu olmayacaktır sana
Ölülerimiz toplanacaktır
Doldurulan bir kıyı gibi. "
Turgut Uyar, Biraz Daha
"Ve bizim bir haziranımız
Bir yıl kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış
Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız
Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen
Bir olgu olmayacaktır sana
Ölülerimiz toplanacaktır
Doldurulan bir kıyı gibi. "
Turgut Uyar, Biraz Daha
5 Nisan 2013 Cuma
bahara geç katılım.
nefes al,nefes ver,nefes al,nefes ver,nefes al,nefes ver,nefes al,nefes ver,nefes al,nefes ver,nefes al,nefes ver,derin al,derin ver,derin al,derin ver,derinden al,derin ver,al,ver,al,ver,al,ver,al,ver,ver,al,ver,al,al,ver,ver,ver,ver,ver,ver,ver,al,al,al,al,al,al…
bu senin şimdi tamtamına senin yarattığın cisim beyaz kısmı
parçalanmış siyaha dönmüş sarı kısmı dağılmış yerinden kopmamış.ama keşke.bahar
geldi birkaç gün önce öyle bir geldi ki beyazı aynı senin gözlerin sarısı
güneşin.bahar geldi birkaç gün önce sonra papatya geldi çıktı çamurun içinden
bekledik sonra çamurun güneşe yenilmesini. bahar geldi birkaç gün önce sonra
papatya geldi çıktı çamurun içinden çamur yenildi güneşe ve toprak,ot,papatya
karıştı birbirine bide eller,ayaklar,vücutlar tepelerine.
çıktı baharla mutluluğa benzer biri daha baktı maviliğe
sevindi,sıcak güneşe.mutlu etmeyi bilirdi,o insanları çok severdi onlardan
öte.ama yalvardı bu sefer gelme korkuyorum felaketi görüyorum göğe yükselmek
istedi olmadı yerin dibine girmek istedi olmadı çakıldı kaldı yerinde.yaklaştı
sonu bildi bunu.koptu bir tarafı değdi yumuşak beyaz ele sevindi bir an mutlu
ettim ayaklar altına alınmadım dedi.bir tarafı ezilmiş olan diğerleri kıskandı
daha çok ama sonuç aynı sonuç.
yumuşak ele iyilik meleği dedi ki ‘sevmiyor çıkacak ne
uğraşıyosun be salak’ kötülük meleği de ‘seviyor çıkacak daha başka ne olabilir
ki’,başladı gözlerden yaşlar damlamaya beyazların bitmesiyle toprağa ve göze
benzeyen beyaz gitti en azından güneşe benzeyen umutlar kaldı başka
papatyalara.
bugün nefes aldı,verdi,aldı,verdi bi insan bunu çok hızlı
yaptı.tuttu bir ara kalbini soktu elini göğsüne çıkardı fırlattı yerinden yetti
senin ettiklerin dedi kendine.geri geldi kalbi yüzsüzlük bu ya devam etti
atmaya saymaya.bir,iki,üç,dört…bitmez dedi papatya biz bittik ama.dün neydik
bugün neyiz.yapma dedi bi insan daha bırak kendi yaşasın kendi ölsün.bir
kelebek kondu papatyaya sardı sarmaladı bir gün sonra kelebek öldü iki gün
sonra güneş.bi insan son kere nefes verdi,belki bi gün geri alırım diye diye.
Bugünün hayrına ikinci
sayıdan önce ikindiden biraz sonra.
Orman karmaşığı sundu.
17 Mart 2013 Pazar
ANGELOPOULOS- SİNEMA

1935 yılında doğan Yunanlı yönetmen Theo Angelopoulos politik sinemanın en önemli isimlerindendi. Eserlerinde bitmek bilmeyen yolculuklar, arayışlar, sınırlar özgürlük arayanlar vardır. Kamerasının önündeki hareketler uzun ve durgundur. Ama film bittikten sonra bu durağanlığın aslında hikayenin kapısı olduğunu anlarsınız.
Sembolleri ise hep aynıdır; sisli bir hava, yalnız biri,
yıkılmış evler, savaşın vurduğu kadınlar, çocuklar, göçmenler, köklerinden
koparılmış insanlar… Yunan sinemasının
dünyaya kazandırdığı isimlerden olan Angelopoulos; teknolojinin, modern ve
hızlı hayatın her geçen gün onun da hayatını biçeceğini görürcesine “Teknoloji ilerlerken vicdan berraklığını
yitirir” sözlerini hatırlıyoruz.
“Biz dünyayı
değiştirebileceğimize inandığımız bir kuşağız ancak değiştiremedik. Dünya daha
iyi hale gelmedi" diyen Angelopoulos sinemasını şöyle anlatıyor:
"Benim için sinema başlangıçta bir tür karabasan gibi olmuştu. 1946-1947 yılları arasında başladım ilk olarak sinemaya... Savaştan hemen sonra... 9 yaşındayken izlediğim bir film benim hayatımda çok etkili oldu. Filmde bir gangster elektrikli sandalyeye doğru götürülüyordu. Hiçbir şeyden korkmuyor gibi görünen bu gangster bir an oluyordu ve korkuyordu. Daha sonraki birkaç yıl boyunca bu sahne benim rüyalarıma giriyordu ve gangsterin 'ölmek istemiyorum' sözü bana karabasan oluyordu.
İlk filmim albayların diktatörlüğü üzerineydi. Ben o döneme ait bir takım gerçekliklerden yola çıkarak, bütünsel bir şeyler ortaya çıkarmaya çalıştım. Filmlerimde seyahatler, sürgünler benim temalarımdı. Yaşamım boyunca benim peşimi bırakmadılar, halen de bırakmıyorlar. Değişik temalar benim zihnime sürekli girip çıkıyor. Seyahatler, ayrılıklar, başıboş dolaşmalar...
Yolun yarısından biraz fazlasını gittiğimi düşünüyorum. Bu yolu tarihsel olayların peşinden koşmakla harcadım. O süre zarfında da imgeden nasıl yararlanacağımı öğrendim. İmgelere hakim olmaya çalışmadığımızda hakim olabiliyoruz. Her bitiş yeni bir başlangıç, bütün bunlar duygusal bir kaos içinde gerçekleşiyor. Yani, bu duyguları ifade edebilmek bir bakıma çok zor. Yeniden başlamak, bir kez daha yitirdiklerimizi yeniden bulmak için her seferinde yeni bir başlangıç yapıyoruz. Biz bilmediğimiz bir tanrıya dua eder gibi yapıyoruz.’’
"Benim için sinema başlangıçta bir tür karabasan gibi olmuştu. 1946-1947 yılları arasında başladım ilk olarak sinemaya... Savaştan hemen sonra... 9 yaşındayken izlediğim bir film benim hayatımda çok etkili oldu. Filmde bir gangster elektrikli sandalyeye doğru götürülüyordu. Hiçbir şeyden korkmuyor gibi görünen bu gangster bir an oluyordu ve korkuyordu. Daha sonraki birkaç yıl boyunca bu sahne benim rüyalarıma giriyordu ve gangsterin 'ölmek istemiyorum' sözü bana karabasan oluyordu.
İlk filmim albayların diktatörlüğü üzerineydi. Ben o döneme ait bir takım gerçekliklerden yola çıkarak, bütünsel bir şeyler ortaya çıkarmaya çalıştım. Filmlerimde seyahatler, sürgünler benim temalarımdı. Yaşamım boyunca benim peşimi bırakmadılar, halen de bırakmıyorlar. Değişik temalar benim zihnime sürekli girip çıkıyor. Seyahatler, ayrılıklar, başıboş dolaşmalar...
Yolun yarısından biraz fazlasını gittiğimi düşünüyorum. Bu yolu tarihsel olayların peşinden koşmakla harcadım. O süre zarfında da imgeden nasıl yararlanacağımı öğrendim. İmgelere hakim olmaya çalışmadığımızda hakim olabiliyoruz. Her bitiş yeni bir başlangıç, bütün bunlar duygusal bir kaos içinde gerçekleşiyor. Yani, bu duyguları ifade edebilmek bir bakıma çok zor. Yeniden başlamak, bir kez daha yitirdiklerimizi yeniden bulmak için her seferinde yeni bir başlangıç yapıyoruz. Biz bilmediğimiz bir tanrıya dua eder gibi yapıyoruz.’’
Anlattığı hikâyelerin sadeliği, yaratıcılığı,
yalınlığı ve coğrafya tanımazlığı, hangi ulustan olursak olalım, hangi
coğrafyada yaşarsak yaşayalım, onu bizden biri kılmıştır. Kadrajına giren her
karede kendimizden bir şey bulduğumuz, bizi sonsuz arayışlara sürükleyen
filmlerdir onun filmleri. Hiç kimseye yaranma derdinde olmayan, hiçbir sinema
hilesine başvurmadan, yaşamdan bir sahneyi alır ve öylece bizlere aktarır. Sanat
duruşu da, sanatsallığı da buradan gelir. O sadece gördüğü gerçekleri yansıtır.
Ve gördüğünü öyle yansıtır ki; Ne kumdan kaleler ne de
buzdan saraylar gibi yitip gidecektir.
Orhan
Soran Demir
EDEBİYAT KULÜBÜ

Edebiyat Kulübü Orman Fakültesi’nin ilk, yani en eski kulübüdür. Edebiyat Kulübü yaptığı tüm faaliyetlerinde bünyesinde barındırdığı bu gerçeği göz önünde bulundurmuş ve bulundurmaya devam edecektir. Ancak hiç kuşkusuz Edebiyat Kulübü en eski kulüp olmakla birlikte tarihin tozlu sayfalarına boğulmuş bir kulüp değil aksine diyalektik süreç içerisinde ilerlemiş, güncelliğini her zaman korumuştur. Elinizde tuttuğunuz dergi aslında Edebiyat Kulübü’nün ne kadar güncel ve aktif bir kulüp olduğunun bir ispatıdır.
Edebiyat
Kulübü’nün tarihi bize hep bir açık kapı ya da yol bırakmıştır. Biz bugünün
Edebiyat Kulübü üyeleri olarak bu birikime karşı dursaydık belki de en
“kibirli” yaklaşımı sergilemiş olacaktık. Ancak biz bu birikimi sahiplenip
–gurur duyarak- yolumuza devam ettik. Edebiyat, tarih boyunca tıpkı diğer sanat dalları gibi hep
susturulmaya, yok sayılmaya maruz kalmıştır. Hep birazcık tedirgin etmiştir
bazı kesimleri edebiyat. Hiç kuşkusuz biz bunun da bilincindeyiz. Kitapların
yasaklandığı bir ülkede yaşadığımızı, yasakları ve hegemonyasıyla ünlü bir
kurumun yönettiği üniversitelerde okuduğumuzun da bilincindeyiz. Ancak ne olursa olsun bizim için yazmak,
okumak, ifade etmek çok heyecan verici. Bizler bu heyecanı yaşamak istiyoruz.
.jpg)
.jpg)
Kulüp
üyeleri olarak Levent Kültür Merkez’inde gerçekleştirilen “Bir belgesel, bir
gazeteci, çay ve simit” konsepti dahilinde gösterilen çocuk gelinleri anlatan “Evcilik”
adlı belgesel film gösterimine katılım gösterdik. Film gösterimi ardından
yönetmenle yapılan söyleşiye de katılarak eğlenceli ve bir o kadar da eğitici
vakitler geçirdik.
Bu
dönem yaptığımız son etkinlik ise “Şiir Dinletisi” olmuştur. Bu etkinlik
kapsamında dilediğimiz şiiri, dilediğimiz duyguları yaşayarak okuduk, kendimizi
şiirle ifade ettik. Etkinliğimizde
Türkiye’li şairlerle birlikte evrensel şairlerin de şiirlerine yer verdik.
EDEBİYAT KULÜBÜ YÖNETİM KURULU
EDEBİYAT KULÜBÜ YÖNETİM KURULU
İLETİŞİM: kulupedebiyat@yahoo.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)